30 Ekim 2009 Cuma

Kadıköy, Bahariye Yokuşu

Melitzu, blogunda Bahariye yokuşundan bahsetmiş .. Pek eskilere gittim yazdıklarını okuyunca...

Tıpkı önceki yazımda bahsettiğim göztepe'deki o sokak gibi, Bahariye yokuşu'nun da çok özel bir yeri var bende.. İlk gençlik yıllarımın geçtiği, her sokağını karış karış ezberlediğim moda-bahariye-altıyol üçgeni(üçgen biraz yamuk oldu, farkındayım)......

Kulağımda walkmen, Kargo'nun Deniz'in solistliğini yaptığı dönemdeki ilk albümüyle kim bilir kaç defa tırmanmışımdır o yokuşu..

Halk eğitim merkezindeki çocuk tiyatroları.. Reks'in tahta koltularında izlediğim Platoon(müfreze).. Süreyya Sineması'nın görkemiyle tanıştığım terminatör 2; ve ardından dünyayı terminatörün gözleriyle görme hayaliyle inilen o yokuş.. yokuşun sonunda buz gibi limonata... akabinde 1 hafta şiş boğazla yatak..

İlk bar denemeleri.... İlk bira... 3 kuruşluk karizmayı çizdirmemek adına "vallahi 2 ay sonra 18 oluyorum; çıkartmayın beni" diye yalvaran gözler..

Gitar dersleri.. tavlamaya çalıştığım ilk/ve belki de tek/ kız, Bilge..
(Ders günlerini öğrenip; yakındaki bir spor salonunun önünde beklemiştim onu.. Nasıl olsa çıkışta önümden geçecek ümidiyle, yağan karın altında, saatlerce.. Durdurup, "merhaba, ben öküz.. geçen gün aynı dersteydik.. seninle tanışmak istiyorum" diyecektim güya... diyemedim.... hastalanmış.. şans ya bendeki; gelmemşti o günkü derse.. Zaten, o yırtıklıkta da bir daha hiç olamadım sanırım... )

İlk şarap... moda sahilde... kayalıkların üzerinde... gece, dostlar, gitar, deniz ve köpek öldüren eşliğindeki ilk sarhoşluk.... kaldırım taşlarının çizgileriyle yapılan ilk self-sarhoşluk testi..

İlk kız arkadaş... şimdi deniz otobüslerinin olduğu yerde mıyıldadığım ilk çıkma teklifi... sahilde öpüşmek için müsait yer arayışımız/bulamayışımız.. beraber yediğimiz ilk pizza... beşiktaş iskelesinin önündeki son görüşmemiz, unutamadığım o sımsıkı sarılışı..

Gördüğüm, ve muhtemelen İstanbul'un ilk yürüyen merdivenleri.. meraklısına tonla kıyı-köşe pasaj... ve her pasajda 40.000 hikaye, bir dolu dünya...

Moda... çay bahçeleri.... gün batımı.... zeynel'de kız arkadaşa ısmarlanan tavuk göğüsleri.. başı boş sokak köpeklerinden kaçışlarımız.. gecenin bir vakti moda parkında yediğimiz dolmalar...

Akmar pasajı... önünde bekleşen bitliler... metalica tişörtüm.. kolyem, bilekliklerim... Göğüslere inen saçlar.. deri ceket.. elde gitar kutusu... musician yıllar...

Hangi birini anlatayım.... Doğduğum, ilk gençlik yıllarımı geçirdiğim yer..

Pek severim.. pek özeldir yeri bende..

28 Ekim 2009 Çarşamba

Çok mu fesatım?

Çok mu fesatım da, şu Gmail'deki "gelen kutusu"nu her seferinde "gelen kukusu" diye okuyorum?

Ha bir de, bahsi geçen şu "kuku" lafını, benim gibi ilk defa 25+ yaşında duyan başkaları da var mı; bunu da ayrıca merak ediyorum?

24 Ekim 2009 Cumartesi

İlk Aşk & İlk Salaklık


Mademoiselle'in yazdıklarını okuyunca, eski defterleri karıştırasım, aşık olduğum ilk kadını ve ilk büyük salaklığımı anlatasım geldi....

[blur efekti.. ekranı pusluyoruz.. ve klasik gitarda flamenko parmaklar sanırım; bir de ondan.... "bılıdırıdırıınnn"....]

aaa pardon... ilk kalbin güpgüp olduğu hanım ilkokul arkadaşımdı.
Aynı sınıftaydık; ama o sınıfın prensesi, bense kir-pas içinde, çakma ninja tadında, zil sesiyle deliler gibi top sahasına koşturan haşarı delikanlısı olduğum için, ayrı dünyalarda gibiydik. 5 sene boyuca iki çift laf etmedik.. Dahası, hapşırığın ardından birbirimize "çok yaşa" demişliğimizin dahi olduğunu sanmıyorum.

Uzaktan uzaktan bakardım.... Sarı, ipek misali saçları vardı... Barbie bebeklerinki gibi.

Tek ortak anımız, son sınıfta hocanın ikimizi tahtaya çağırıp kafalarımızı birbirine tokuşturmasıydı.. Düşünsenize, bir tarafta ömründe ilk defa öğretmeninden sopa yiyen asilzade prenses, diğer tarafta dayak arsızları misali kafası tokuşturulurken dahi gözlerinin içi gülen, o anın saniye saniye tadını çıkartmaya çalışan, kir pas içindeki ben.(bir daha tokuştur öğretmenim!!!)

Herneyse... Meral'i, "my girl"'ü anlatacaktım size; konu dağıldı..

Çocukluğunu olması gerektiği gibi, çocuk gibi yaşayabilmiş bir jenerasyondu bizimkisi. Körebe, ortada sıçan, top-top-top/fusbal, gıcır taş, yakartop falan... bunlarla büyüdük.. okuldan döner dönmez, ışık hızında yemeğimizi yiyip sokağa fırlar; baba eve gelince kös kös geri dönerdik..

İşte o zamanlarda tanıdım meral'i.. Yeşil üzerine siyah puantiyeli saçma bir elbisesi vardı; sürekli onu giyerdi.

İlk karşılaştığımızda beni çimdikleyen kızlar adına özür dilemiş, elimi tutmuş ve deyim yerindeyse bende "noolooruz lan?" etkisi yaratmıştı..

Pek özel gözleri vardı meral'in...

Bir akşam üstü, tek başıma, kıymetli meşin topumla bahçede debelenirken, ortak arkadaşlarımızdan biri geldi yanıma; ve "al bak bunu meral yolladı sana" diyerek çizgili dosya kağıdına kırmızı tükenmez kalemle yazılmış bir mektup uzattı bana.

Yazdım bunu defalarca.. salağım ben.. yani, öyle böyle değil bu salaklık..

Almadım getirdiği mektubu. Kızların benimle dalga geçtiğini sandım. "Hadi ordan! kandırmayın beni" dedim ulağa. O da çıktı bir duvarın tepesine, ağzında tipitip sakız, sağ bacağını sallaya sallaya tüm mektubu okudu bağıra çağıra....

Göz rengim: kırmızı, boyum:1,25cm, hobilerim: ava gitmek,uzay yürüyüşleri falan. niyetinden çok, kendini anlatmıştı mektubunda.. Almadım güya, tersledim.. ama yazılanları sonuna kadar dinleyip, harf harf ezberlemiştim(çabuk unuttum; ayrı).

Heyecandan uyuyamadım o hafta... İlk aşk mektubumdu o benim; hakkımı yemeyin:) 8-10 yaşındayım yahu..

Aradan haftalar geçti.. defalarca haberi geldi "meral seni seviyormuş, sana çok aşıkmış" vs diye. erkek adam aşık mı olurmuş? hem biraz da karşı tarafın strateji hatası gereği, kızların benimle dalga geçtiği yönünde hep bir şüphe de vardı içimde..

Ne bileyim, utanmıştım işte. dejenerasyonun d'si yoktu bünyede..
Ana okuluna gitmedim ben(şimdi tuhaf geliyor kulağa.. ama 25 sene önceden, 80li yılların ilk yarısından bahsediyoruz).. dişi kuzenim, yahut akranım başka bir kız da yoktu yakın familyamda.. dolayısıyla, bir kızın eliyle ilk temasımda yine bu yaşlardadır muhtemelen... saftım.. utangaçtım.. bildiğin memleketim çocuğuydum yahu; ne bekliyordunuz ki?

Ama... Geçen zamandan ders çıkartmış olacağım ki, son gelen mektubu, ulağı tersleyerek de olsa "aldım"... "hadi oradan! nefret ediyorum siz yalancılardan! yırtıp çöpe atacağım şimdi!" diyerek gözleri önünde yırttım mektubu..

Oysa kız arkasını döner dönmez toplamıştım yerden kağıt parçalarını.. Apartmanın arkasına gidip, kendi aşk mektubumu ilk defa "kendim" okumuştum.

"eğer bu yazdıklarıma katılıyorsan, sen de aynı şeyleri hissediyorsan cumartesi günü xx apartmanının önünde buluşalım" diyerek bitirmişti mektubunu.

Eeeee???????? saati yazmamışsınki be salak!

Randevu günü, bakkala/kasaba/dondurmacıya gitme bahanesiyle çeşitli saatlerde 40 defa geçtim o apartmanın önünden(bilemiyorum; ama yalnız görsem, sanırım konuşabilirdim)

Yok..... yok......

O son mektuptu....

İlerleyen zamanda dersler ağırlaştı... okullar değişti... comodore 64 icad oldu/mertik bozuldu... bahçeler çocuk sesine hasret kalmaya başladı... büyüdük... bir kaç kez okul çıkışıma ve servise bindiğim yere geldiğini, uzaktan uzaktan bana baktığını görmüştüm.. 3sn'lik göz göze gelme, akabinde oluşan mini kalp spazmı........

Sonrası yok.... hepsi bu....

Hala geçerim arada onların sokağından; sırf acaba görür müyüm diye.
Birşey yapacağımdan, istediğimden değil.. sıcak birşeyler var o sokakta.. o asıl beni çeken.. en saf, en temiz dönemlerimizdeki o gümbürgümbür kalp sesi... çok acayip birşey..

Gördüm bir kaç sene önce meral'i.. en az 20 sene sonra.... gecenin bir vakti arabadan inmiş, sokakta boş boş geziniyordum(huzur veriyor göztepe'deki o sokak bana).. bir yerden dönüyorlardı.. Yanındaki kardeşi tanıdı beni; o kafasını dahi kaldırmadı yanımdan geçerken.

Lise dönemlerinde babasını kaybetmiş diye duymuştum.. çökmüş biraz... hayat enerjisini kaybetmiş gibi bir hali vardı... oldukça kilo almış... saçlarını boyatmış.. Evlenmemiş belli ki; yahut evlenip boşanmış belkide.. kim bilir?

Duyamadım bir daha o kalp sesini.. Özeldi o yıllar, çok özel..

fotoğraf: http://misguided-angel.deviantart.com/

23 Ekim 2009 Cuma

miiiiiii

altın olan her şey parlamaz 'ın mimi..

hmmmm..... hemen yazalım cevapları..

1- En sevdiğiniz 3 çiçek ismi:
Şaka değil mi bu?:) kullanıcı adımı boşuna mı öküz koydum ben?.. (çiçek demeyelim de, terasta, balkonda yetiştirilebilen ve susuzluğa görece dayanlıklı her türlü
yeşilliği severim aslında. hele bir de bana faydası varsa; en güzeli(çeri domatesler, elma fidanları, kokusuyla yasemin, hanım eli falan)

2- Gerçekleşmesini istediğiniz 3 hayaliniz:
hmmmmmm.. ilk 3 demeyelim de, 6-7. sıradan sonrası şu şekilde olurdu herhalde:
a)yolda, plajda, alışverişte, sinemada vs rastladığım her memeyi sıkabilme özgürlüğü.
b)kendi istediğim bir kadınla ilişki(sanırım, hep seçilen kişi oldum)
c)antartika... yahut kuzey ışıklarına bir yolculuk..

3- En sevdiğiniz ve sevmediğiniz 3 huyunuz:
sevdiklerim.
a)yükse dozajda sakinlik ve evcimenlik
b)yalan-entrika-ard niyet bilmezlik(hep derim: ummadığınız kadar "saf", ve yine ummadığınız kadar tilki biriyimdir)
c)şöyle şöyle iyiyim demek çok komik yahu... genel olarak, fazlasıyla "iyi/temiz" biri olduğumu düşünürüm hep. o kadar yazayım(utandım)..

kötüler:
a)bel altı mevzularda, iradeye sıklıkla sahip olamamak.
b)köşeli jetonların pantolonumda bolca bulunması.
c)rekabeti sevmemem, ve bu durumun getirdiği sosyal iletişim bozukluğu.

4- Gıcık olduğunuz 3 hareket:
a)ucuz ve salakça erkeklik gösterileri/erkeklik beklentileri.(zibidilerin yahut salakların erkeklik anlayışı)
b)kadınlar arasındaki, biz erkeklerin çoğu zaman farkına dahi varmadığı şeytani savaş.
c)"beni değiştirme", "beni seviyor musun", "ufff çok asık suratlısın, gülmelisin!" vb tüylerimi diken diken eden tavırlar.

son soruya cevap vermek istemiyorum izninle. herkezin kötü anıları vardır...

17 Ekim 2009 Cumartesi

Keşif: Birsen Tezer

Birsen Tezer... birinin blogunda görüp keşfettim..

Keyifli jazz altyapısı, ehil enstrumanistler, dizginlenmiş bir heyecan.... ben pek sevdim...

İlgilenenler, merak edenler..... ya aşağıdaki adrese, ya da Taksim Jazz Stop'a ...

http://www.myspace.com/tezerbirsen
Özellikle "di gel yanıma" ve "çal kapımı" dikkatli dinlene...

15 Ekim 2009 Perşembe

Beni olduğum gibi kabul et

[Not: önce okuyun, sonra gerekiyorsa küfür edin.. ]

Nefret ediyorum "Hep kendi istediği olsun istiyor.. Herkesi yönettiği gibi beni de yönetebileceğini düşünüyor"culardan... "değişmek zorunda kalmamalıyız, beni olduğum gibi kabul et"çilerden"..

"Hep kendi istediğim olsun" falan dediğim yok be saçma kadın!
Yalnızca, bazen seninle aynı fikirde olmayabiliyorum; hepsi bu. ( iç sesler: bu nasıl kurnazca bir sindirme politikasıdır? kadınlar düşündüğümden daha mı zeki, yoksa hakikaten o cümleyi inanarak kuracak kadar afedersiniz salak mı? Neden ilşkimin içine kendimden bir parça koyduğumda "ben merkezci/bencil" vs oluyorum?)

Kadınlardan korkarım ben üstadım..
Zira yaptıkları saçmalıkları, salaklıkları kadar kurnazlıklarıyla da şekillendirmiş olma ihtimalleri vardır. ve işte o 'b' şıkkı, beni hep korkutur. (benim kafam o şekilde çalışmaz çünkü)



"İlişkide ben yokmuş, biz varmış"!!.. (tercümesi = ilişkide sen yoksun, ben varım)
3 kuruşluk, kendi hayatlarında dahi dikiş tutturamamış popülist yazarların kitaplarndan alıntılar yaparak saldırıyorlar; bari kendi fikirleri olsa..

Hep sorarım..
"Şu 'kıyas yaptığınız' romantik holywood filmlerindeki hayatları 3 sene ileri sarsak, nasıl bir manzarayla karşılaşırdık acaba?" diye.... Yahut, okuduğunuz 'modern pembe kitapların' yazarlarına gerçek hayatta bir alıcı gözüyle baksak? Aynı "hayatı çözmüş, huzurun tavanında insanı" mı görürüz yine karşımızda?

Güldürmeyin beni..

İlişkide "ben" yoksa, o ilişkiden bir b.k olmaz afedersiniz("erkekler şöyle", "kadınlar böyle" diye sızlandığımız pek çok sorunun temelinde de bu var aslında). İlişki dediğin şey, ticari ortaklık misalidir... ortaklar vardır; ayrı ayrı "ben"ler.. ve bir de kurumsal kimlik vardır; yeri geldiğinde altında toplanılan kimlik..3 Kişi yani; ben, sen ve kurumsal kimliğimiz/birlikteliğimiz.. 3'ünün de sözü/payı olmalı bir birliktelikte.

İlişki emek gerektirir. ve bu emek dediğimiz zımbırtının hemen gölgesinde de, kelime olarak her ne kadar hoşunuza gitmese de, şartlara uyum sağlamak adına "değişim" vardır.

"Beni değiştirme, olduğum gibi kabul et" dediğiniz şey, farkında olun yahut olmayın karşı tarafın değişmesini gerektiriyor. O bahsettiğim film, şarkı ve kitapların etkisinde söylenen, saçma sapan, içi doldurulmamış/emanet duran bir sözden öte değil yani..
Bir kutup ayısının çöle "beni olduğum gibi kabul et; az soğuk üfle soldan" demesi gibi birşey bu.. Madem çöle geldin, bir şekilde kesişti yollarınız.. ya sen değişeceksin, ya çöl değişecek, ya karşılıklı değişeceksiniz.. ya da çöl seni sıcaktan kavudu mu söylenmeyeceksin sen beni hiç sevmedin ki diye.

Değişime gerek bırakmayacak birilerini istiyorsanız, gidin kardeşinizle, aynadaki aksınızla falan beraber olun o zaman.. "Farklılıkları kabul edebilme, hoş görebilme, farklılıklarıyla sevebilme" işiymiş ilişki! Hadi oradan! Şu odayı 2 günde öyle bir dağıtırım ki ben; 3 haftada leyla mecnun aşkın söner gider sinirden.... o zaman diyebilir misin bana, "öküzcüm ben seni en dağınık halinle dahi seviyorum" diye?

Biri anormal derli toplu, diğeri dağınık diye ilişki bitecek mi? Bu nasıl bir canı yanmamışlıktır; nasıl hovardalıktır.. ilişki dediğiniz şey ucuz mu bu kadar ?

Birde hepsinden öte, en başta bahsettiğim sindirme politikasını güderek "ilişkiye emek harcamamakla, sevmemekle, istememekle" suçlanırsınız!

Neden? 30 senede yaptığım karakteri çöpe atıp, "sen" olmadığım için mi?

"Yaklaş(elinden geldiğince uyum sağlamaya çalış şu huyuma)" dersin, "yaklaşmama gerek olmamalı" der... Ama düşünmez ki, kendinin yaklaşmaması karşısındakinin yaklaşmasını gerektiriyor. "senin dediğin değil de, benim dediğim olacak" olayı işte.. (yaklaş kelimesini özenle seçiyorum; "ben ol" değil, "orta yolda buluşalım" gibi birşey burada sözünü ettiğim)

Bebek, ne zannettin sen beni yahu? "sevdim" diye, karakterimi tek taraflı sana armağan edecek, güdümünde yaşayacak, kukla misali oynatacağın biri gibi mi göründüm uzaktan?

"En başından dizginleri ele al ki, sonraki yıllarda stres topu misali avucunun içinde oynayabilesin adamla ".. kim veriyorsa bu akılları size!!

İlişkilerde puzzle misali birbirlerini tamamlar insanlar. Kimi çok konuşur, kimi az konuşur, kimi sosyalidir, kimi 2 insan gördümü kaçacak delik arar.
Birliktelik için, orta yolda uzlaşıp akabilmek için uyum sağlamaya çalışmak ve makul seviyede "karşılıklı değişim" şarttır. Kimi çenesini tutar biraz, kimi de elinden geldiğince sosyalleşmeye çalışır... Herkesin öncelikleri, ve değişim beklentisi farklıdr.

Ne tek taraflı olur bu iş.. ne de uçsuz bucaksız.. Oturmuş karakterlerin esneme kapasiteleri sınırlıdır malum..
Bu işte sınır yahu; "höst lan, o kadar da değil" dediğin çizgi.. başka birşey yok..
Kimse size "kır dizini otur evde, perdeleri dahi açmayacaksın" falan demiyorki... Sıdıka olmanız falan istenmeyecek, korkmayın...("şimdi evet dersen, 2 sene sonra o da istenir" diyecektir bazılarınız.. öküz de der ki, "p.ç peşinde koşmak yerine yalnızca adam olanlara kıymet verip beraber olsaydınız; bu cümleyi aklınızdan dahi geçirmenize gerek kalmazdı şimdi"..)

...................
...........
......................
.............

Aslında, kimi için değişirken farkına dahi varmazsın... Güle oynaya, bin bir hevesle değişirsin hatta... kimi için ise, "kahvaltılıkların üzerine ekmek kırıntısı dökmemek dahi zor gelir.. "değiştirme beni" olur...

Asıl olay burada sanırım.. (benim anlamadığım: madem "sen" karşındakini o pozisyona oturtamadın gönlünde; ne diye adama "sen beni sevmiyorsun; değişmemi istiyorsun.. emek harcamıyorsun ilişkmiz için" işkencesini yaparsınız? )

11 Ekim 2009 Pazar

Barney Stinson


Şahsı muhteşemin ekekler tarafından Al Bundy misali "kahraman, birleştirici, lider" koltuklarına oturtulmasını anlıyor; ve eğlencelik anlamda katılıyorum.

Ama asıl hayranlarının günde 3 öğün "tüüüüü erkekler şöyle, tüüüü erkekler böyle" diyen kadın popülasyonundan oluştuğunu görünce, kediden pati yiyen fare misali şapşallaşıyor benim bünye.

Kerata pek sevimli; orası kabul.. Ben de rastladığımda keyifle seyrediyorum... Ama.. Ama ne bileyim; bilinç altı öküz kişiliğim, ısrarla bu işte bir terslik olduğunu söylüyor.

Öküzün Rezillikleri Serisi 1: Doktorculuk

Ahauha:)

Yazmayacaktım bir süre güya bel altı şeyler... Ama çok komik bu; çatlarım paylaşmazsam:) Gülelim, eğlenelim..

Az önce okuduğum "g-noktası, kadın, çiş yolu, orgazm" vs içerikli bir yazıda dank etti durum.

Hemen her açıdan gaaaayet yakiinen bildiğimi sanırdım kadın erojen bölgelerini..
Oysaki.. Söylemeyin kimseye ne olur; ama bu dongoloz kafa, kadıngillerin işeme noktasını bilmiyormuş.

Yazıyı okurken, "hakkaten ya! orada başka delik de mi varmış?(yani, orada var olduğunu ve koordinatlarını biliyordum elbet.. de; hiç merak edip dikkat etmemiştim) alla alla, ben niye görmemişim bunca zamandır?" dedim .... / çooook enteresan deneyimlerim olmasına karşın..

Yahut bilemiyorum; 10 sene önce incelemiş, ve 40. defa unutmuş da olabilirim.. Gayet mümkün.. (overdoze merak ve unutkanlık, öküzün olmazsa olmaz salaklıklarındandır)

Rastladığım ilk "göz gönül açan vajinada" biraz doktorculuk oynamam gerekecek sanırım.. (ne işime yarayacaksa.....)



İç ses: Pis kıro! sen her aklına geleni yazarsan[ve en yazılasılar nedense hep bel altı şeyler olursa] ebet yoldan çıkar blog...

Ne güzel zeitgeist, pamuk şekeri[pamuk helva mıydı?] ile falan başlamıştık.. 5postaya döndü netice..

7 Ekim 2009 Çarşamba

ne saçma adamım

Ne saçma adamım yahu..

Duygusal anlamda birşey hissetmediğim bir kadınla gayet rahat olabilirken, kalbin en cılız atışlarına dahi muhattap olabilmiş bir hanımın yanında gerim gerim geriliyorum(ah güzel türkçem!).

Hal böyle olunca da, aşık olduğum yahut acabalarımın olduğu kadınlardan "suratsız, gergin, içine kapanık, sıkıcı, utangaç" vb laflar yerken; sıradan arkadaşlarımın, f.ck body'lerin yahut hayatımda daha az yer kaplayan kadınların "kazanova, eğlenceli, fazlaca rahat, havalı, artiz herif" yakıştırmalarına muhattap oluyorum.

Her iki tarafın da zihninde, birbirine zıt ve aslından(mevcuttan) uzak bir öküz portresi canlanıyor. Gel gelelim, en dipteki öküzü istesem de gösteremiyorum(uzun vadede ancak).

Nasıl olacak bu iş:)? (cevabı da biliyorum aslında... /doğru insanlar söz konusu olduğunda sorun kendiliğinden çözülüyor/ .... da arıza çıkartıyorum işte bünyeye.. maksat hareket olsun..)

6 Ekim 2009 Salı

engelli kocayı bağlayıp, eşine tecavüz!

http://www.milliyet.com.tr/GaleriHaber.aspx?aType=GaleriHaber&ArticleID=1146595&PAGE=1&Date=06.10.2009&KategoriID=15

Yine kurtadam öküz formatına büründüm.. Suçu tereddütsüz ispatlanmış çocuk tacizcilerinin, marjinal tecavüz suçlularının bir taraflarını kökünden kesmek; başka bir taraflarına cop sokup, o şekilde cümle aleme teşhir etmek lazım! (iç ses: oha)

Açlık insana akıl almaz şeyler yaptırabilir.. doğru ya da yanlış; ama bu konuda az buçuk empati yapabiliyorum..
Ayrıca memleketimde bel altı mevzusuna "çok çok aç" tonla erkek var.... (hiç unutmam.. vapurda mı ne bir yerede[amma unutmuyormuşum] karşımda oturan doğu kökenli olduğunu tahmin ettiğim 2 genç, etraftaki orası burası görece açık kadınlar hakkında(marjnal bir manzara söz konusu olmamasına rağmen) çok fena bir sohbete dalmışlardı.. Beni dahi şaşkına çeviren cümleler duyduğum için yüzüm öyle bir hal almış ki(iç ses: bu nasıl bir açlıktır?), açıklama yapmak durumunda hissettiler kendilerini.. "abi kusurumuza bakma. biz yeni geldik xxxx şehrinden.. ömrümüzde böyle şeyler görmedik[beli açık, dekolteli, mini etekli hanımları işaret ediyor]. yaş kaç oldu, ama elimiz normal bir kadın eline değmedi. anla bizi de. aptal olduk, nereye bakacağımızı şaşırdık" diye..)

O sebeple, kısmen de olsa "bazı" tecavüz vakalarını anlayabiliyorum(bir ömür kadın görmemiş bir köylünün sokakta rastladığı iç çamaşırı defilesinin cıbıl mankenlerini, 2 gün sonra ormanlık alanda yanlız gördüğünde saldırması.. bir suçtur.. kötü bir suçtur.. ama ... ama işte... "kesin bir tarafını" diyemem).

bazılarına hadi eyvallah; tık hapise, olsun bitsin... ama.... bu ne ulan? insan olanın şeyi kurusa, aklından geçirmemesi lazım bu haberdekini(yahut -18 olayını!)

ben ki, kendini öküz diye nitelendiren bir insanım(ve gayet ciddiyim bu hususta).. ben bile, yanımdan bir çift geçerken(dişi olanı cindy crawford dahi olsa), başımı öne eğiyorum çocuk rahatsız olmasın diye..

Nefret ediyorum, insanlıktan zerre nasibini almamış şu xxxxxxx'lerden..
Allah korkusunu geçtim, insanlığı geçtim, hapiste şişlenmekten de mi korkmazsınız e peze.........biiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiip................ !!!!!!!!