29 Temmuz 2010 Perşembe

Hayat Değişsin; Sen Ne Değişiyorsun!

Lady'nin blogunda okudum az önce. İncelikli düşünmekten, tek taraflı empati yapmaktan, özverili olmaktan sıkıldım; "her koşulda kendimi düşünürüm'ü bana da öğretir misiniz lütfen?" demiş...

Anlamıyor işte Öküz bu bakışı... Sevmiyor "şartlar icabı değişimi"... Doğrulardan vazgeçmeyi... Pes edip, değişmeyi... (agresif iç ses: sokiim şartlara! o değişsin, ben ne değişeceğim!... gevrek/araştırmacı iç ses: evrime de mi karşıyım lan yoksa?)

Ahmet-Mehmet %100 teslimeyiteçiliğimden faydalanıp, duygularımla oynadı.. değişeceğim artık, yok öyle 3 kuruşa 5 köfte! Hasan evlenmemize 3 hafta kala beni aldattı; "eski ayşe yok artık karşınızda", "kimseye sıkı sıkı bağlanmayacağım", "kimseyi 'neexxtt' diyebilme mesafemden yakına sokmayacağım", hieeeytt! çekilin ortalığın aq'cağım(afedersin)! hede hödö!! ..

Kafayı mı yediniz yahu? Kiminle bu kavga, anlamıyorum.. Kendinizle boğuşuyor; asıl yumruğu bizzat kendiniz vuruyorsunuz özünüze yahu? Ahmet'e 2 tokat atamadıysan, yahut onca doğru düzgün adam varken itin tekine verdiysen kalbini, böğrünün ne kabahati var bunda.. Bırak, vurup durma işte kendine... Sev biraz; kıymet ver "özüne"(bu cümlelerden "bencil ol" mesajı çıkartanlara özel not: g.tünüzle okumayın yazdıklarımı)...

Kimseye kalbinin %100'ünü teslim etme, özverili olma, incelikli düşünme, mutlu olmak istiyorsan asla saftirikçe içinden gelenleri-özünü olduğu gibi yaşama" yerine; gaayet yalın ve net olan "itlerden uzak dur" yahut "aşkın illüzyonuna dikkat et" derslerini çıkartmak daha akıllıca değil mi?

300.000 defa hayal kırıklığı yaşadım; bir kez dahi "hııı demek hayat böyle birşey; önlemimi alıp değişeyim/katılaşayım/ben de g.t olayım/ezdirmeyeyim kendimi" dediğimi hatırlamıyorum... Herkes aldatıyor olabilir; sen doğru bildiğini yap, aldatma... Herkes g.t olmuş, herkes bencil olmuş, herkes empati yoksunu olmuş olabilir; sen doğru bildiğini yap, olma...

Hayat değişsin; sen ne değişiyorsun yahu!

27 Temmuz 2010 Salı

Ahh be Blog!

Uzun zamandır görüşmemiş olsak da yeri bende çok özel olan bir dostumun kızıyla tanıştım bugün.. "Tanıştım" diyorum; zira son gördüğümde henüz 1 yaşında dahi değildi. Mesafeler... Şartlar... Olmadı işte; görüşemedik bir türlü...

5 Yaşındaymış şimdi..
Ben ki tasvirden/yazıdan az buçuk anlarım... Tüm kelimelerimin eli kolu bağlı sanki.... İlgili bildiğim tüm kelimeler kifayetsiz kalıyor o fotoğrafı yansıtmaya... Nasıl güzel bir çocuk!.... Saprası saçlar, küçücük/ışıl ışıl kahverengi gözler, benim fareninkilerden dahi sevimli minik inci dişler, bakmalara doyamayacağınız/terrrrrrrtemiz/güleç bir yüz........ Offff ki ne offf yani; ne zor şeymiş melekleri tasvir etmek!

Bağlar kuvvetli... Lakin ne kadar samimiyet olsa da arada, kim olduğum/ne olduğum yakiinen bilinse de, serde çekingenlik var işte; yazmıştım bunu.. Hep bir kontrol, hep bir tereddüt.. Kız çocuğu neticede; korkuyorum birileri saçma sapan şeyler söyler mi, babası rahatsız olur mu diye tavırlarımdan.. Yoksa..... Yalnızca o minicik ayak parmaklarını dahi sabahlara kadar seyredebilirim güzelin; o derece!! ....

Günümün önemli bir kısmını, halının üstüne yatırıp göbeğini gıdıklayarak, ayak parmaklarıyla oynayarak, göğsümde uyutarak geçirdim zaten... Yarın da yüzme öğretecekmişim bir aksilik çıkmazsa. "Öküz abi bana da yüzme öğretir misin?" diye fısıldadı bu akşam kulağıma; o açıdan ;)

Neyse... Çok dramatikleştirmeyeyim mevzuyu.... Demem o ki: Ah be blog... "Şunun gibi bir kızım olsun da; isterse 500.000tl borcum olsun!" (iç ses: "vaktin gelmiş senin" diye vikvik edip dalga geçmeyin; atarım şu bardağı kafanıza!)

Not1: O ailenin bütün çocukları böyle be anam; teyzesini de pek mıncıklardım vakti zamanında(düşünmeden "gel otur bakayım şuraya, seveyim seni" dedim bu akşam; 18 yaşında olduğunu ve 1.90'ı zorlayan boyunu hiç hesaba katmamıştım oysa... komik geldi tabi sonradan kulağa; "gel ben seni seveyim ufaklık" dese ne derdim??!)

Not2: Nazara mazara pek inanmam; lakin bu tip durumlarda %1lik dahi risk almayı gözüm kesmiyor... Maşallah maşallah demezsem içim rahat etmeyecek... Allah herşeyin en güzelini ona versin; tüm sevdikleriyle bir arada nice mutlu/huzurlu seneler nasip etsin... Amiiiiiin.... ( iç ses: aaa bugün kandiiiiiil.. dua edeyim ben; tutar belki )

23 Temmuz 2010 Cuma

Ne Olacak Benim Şu Halim?

Ultra abazan/overdoze testesteron vakitlerinde içimden çıkan şu 'kurt adamdan' nefret * nefret ediyorum....

Bir istikrarlı, adam gibi yaşayamadım şu bel altı işlerini!

Doğru düzgün/kontrollü/dizginler elde yaşayayım diyorum, teknik-mekanik donanım arıza çıkartıyor; sapıtayım/önüme çıkana hesapsızca yumulayım/aklıma eseni söyleyeyim diyorum(iç ses: atma lan!), bünye carlıyor....

Ne olacak benim şu halim? !!

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Tarla Faresi & Öküz

Bir süredir full aile saadeti/yazlıkçı öküz formatında yaşıyorum... (Tatil demeye dilim varmıyor; zira rahatlamayı geçtim, her geçen gün daha da gerilip, asabileşiyor maşallah bünye...)

Hiç yazasım yoktu aslında... "Siyah donum hariç full cıbıldak vücudumla arka bahçeyi sularken, çat kapı gelen daş ablalarla(misafir/komşu vs) burun buruna gelmemi; kızaran, kaçışan Öküz fotoğrafını anlatırım" diyordum doğru moda yaklaştığımda... Oyalanıyorum kaç gündür.... Lakiiiin.. Öyle bir şey yaşadım ki dün, yazmamak olmaz.. Çatlarım!

Fare hayvanını böyle bilmezdim ben..
Sararmaya yüz tutmuş çimenlerin üzerinde bir o yana bir bu yana debelenirken, evin içinden gelen feryat figan çığlık ile irkildim bu sabah..

Nasıl bir bağrışma ama; aklınız durur!!.. Sanırsın büyük kavga dövüş var; adam kesiyorlar içeride..

Tehlike anında sıklıkla soğuk kanlı kalabilir bünyem; hızlı düşünüp, çabuk karar verebilirim.. Yılan olabileceğini farzedip; yakınlardaki uzun saplı keserimsi şeyi kaparak fırladım içeriye(işittiğim çığlıkla oranlarsak: kral kobra, anakonda falan olmalıydı)..

Adrenalin tavan yapmış.. Endişe dolu pörtlemiş gözlerle karşıladı mutfaktaki davuklar(hanımlar)..

Faree! Faaree!

İlk defa orada yüzleştim onunla; yemek masasının altında, çıkış yolu arıyordu kendine.. Ne yalan söyleyeyim beklemiyordum; lakin kuyruk hariç 7-8cm boyundaki bu sevimli tarla faresi, sandığımın aksine, ciddi bir Elmyra hissiyatı yarattı bünyemde.. 'İlk görüşte aşk' mı diyeyim; 'görmemişin faresi olmuş, seve sıka öldürmüş' mü diyeyim.. Sabit dursa oturup saatlerce seyredeceğim, mıncıklaya mıncıklaya altını üstüne getireceğim hayvanın; o derece!


Hanımlarda ise tam tersi, Godzilla imajı bırakmış olacak ki; çığlık, kıyamet evin içerisi... Oradan oraya kaçışan fare.. Fareden korkup oldukları yerde zıplayan kadınlar... Diken diken olmuş tüyler.. Soğuk soğuk terleyen suratlar.. Off ki ne off yani // Şimdi akıl edebiliyorum; foto makimemi kapabilsem, ne keyifli kompozisyon çıkarmış.. Düşünsenize: yerde mini boy sevimli fareye odak.. arka planda alan derinliği hafif azalmış zıplaşan[zıplaşmak??] kadınlar..//

Yılandan, akrepten, eşşek ebatlarındaki lağım farelerinden falan ben de korkarım ne yalan söyleyeyim.. Lakin ne "korkunun ecele faydası yok. soğuk kanlı ol; kurtul şu tehlikeden!" komutunu unutacak kadar kontrolü kaybederim; ne de........ Ne de si ne? Parmak kadar lan bu! Yakından bakıp da, yüzünde fotoğraflık tebessüm oluşmayacak insan evladı olabilir mi?

Uzun lafa hacet yok... Pipi sahibi er kişi olarak, aksiyon vakti şimdi... Atıl Öküz!!

Beklenen şey, malum... "Öldür onu!! Yiğidim, aslanım! Vur kafasına kafasına!"........ Anne bağırıyor aradan; "dikkat et olum, ısırır mısırır!"..

Olmaz!! Yapamam!! .. El kadar, oyuncak misali birşey lan bu... Yazık/günah... Hiç mi vicdanınız yok? Seke seke kaçıyor bir de; öyle komik ki! (sincap zannettim ilk gördüğümde)..

Çok enteresan, ultra efor/zeka/sabır gerektiren bir şeymiş bu fare yakalama mevzu; onu öğrendim bugün.

En yakındaki odaya yönlendirdim miniği.. Peşinden içeri girip, kapıyı üzerime kapattım... Bir elde keserimsi koca alet, diğerinde uzun saplı süpürge/fırça...

Yalnızca fare ve ben..

Taşıması görece kolay tüm eşyaları odadan dışarı çıkarttım önce.. Saklanacak yer alternatiflerini azaltmak; hedefi kontrolsüzce gözden kaybetmemek lazım..

Yalnızca cıbıldak bir yatak ve kanepe kaldı içeride... Eşyaların üzerinde bir şey yok.. Yerde de yok... Kanepeyi kaldırdım/duvardan duvara vurdum... Yok.. Yatağın bazasını, aralarını kurcaladım... Yok allah, yok.. Sağda solda kaçacağı delik de yok.. Yarım saatlik aramanın ardından "E nerede bu hayvan" diye söylenmeye başlamıştım ki; dışarıdan uyarı geldi: "oradadır o, orada!! çıkmadı dışarıya! halletmeden açma kapıyı sakın!"...

Yapacak birşey yok; beklemeye başladım.. Planım şu: süpürgenin yumuşak kısmıyla bir köşede sıkıştıracak; yanımdaki örtümsü şeyi ağ niyetine üzerine atıp, sağ salim yakalayacaktım hayvanı... Bıyıklarıyla, kulaklarıyla falan 3-5 oynayıp, yallah kapı dışarı sonra.. Hepsi o... Güya....

Olmuyormuş o iş öyle..

Şöyle canlandırın kafanızda: Odada hiç eşya olmasın.. Delik/çatlak falan da olmasın hatta kapıda / duvarlarda / doğramalarda... Yok deyip çıkarsınız öyle değil m? Değil işte; var! Nerede olduğu hususunda hiç bir fikrim yok; ama o, içeride.. Ümidi kestiğiniz, aramaktan vazgeçtiğiniz an çıkıveriyor ortaya.. Bir kapıya koşturuyor, bir duvara... Aha elim kolum derken, hoop yine kayboluyor!

Tuzaklar kurdum..
Şöyle ki: Soba borusu gibi bir şey hayal edin.. Açık uçlardan birini uygun ebatlı bir kapakla kapatın.. Ortasına peynir koyun... Bekleyin.. Yahut dur vazgeçtim.. Hayvan sandığınızdan daha sabırlı... Dürtün duvarları, yatağı falan.. Dağıtın ortalığı, korkutun... Çıkacaktır bir süre sonra... Vıjjjjt; ilk işi peynire/tuzağa koşmak..

İçeri girer girmez kapatıyorsun açık kapağı.. Yihaaa!!! Bingo!! Yakaladım seni!! Başlıyorsun borunun etrafında zafer dansı yapmaya/tepinmeye... Evdekiler tebrik ediyor falan... Tam "borunun içinden çıkartayım da, salıvereyim artık" diyorsun.. Hayvan yok!

Oha! Nesin olum sen? İn misin, cin misin aq?
Borunun içine girdiğini gördüm; eminim! Diğer ucu kapalı; hiç bozulmamış / delinmemiş hatta; çıkmamış oradan, belli.. Frodo musun be pezeveng! Tehlike anında yüzüğü tak, görünmez ol! (tuzağın içinde olmadığını görür görmez çocukluğumda seyrettiğim bir çizgi film canlandı gözümde.. tom'dan kaçan jerry, görünmezlik kremi(vanishing cream) sürüyordu vücuduna.. [iç ses: yahut tom mu sürüyordu yakalamak için; unutmuşum bak.. emin olamadım])

Çok fena bu fare milleti, çooook...

Neticeyi merak edenlere not:
Fırçayı üzerine bastırma ayarını tutturamayan salak Öküz, caanım hayvanı oracıkta öldürüverdi.. Ne çok sevmiştim oysa... Minik kulakları, tüylü tüylü up uzun kuyruğu vardı.. Oynayacaktım onunla... Ne fotoğraflar çekecektik birlikte(yukarıdaki mort pozlar kısmetmiş)..

Bütün gün vicdan azabıyla, evdekilere "hep sizin yüzünüzden!" sitemi fışkırta fışkırta gezdim... (iç ses: Allah'tan gece rüyama girmedi velet; "neden öldürdün beniiiii!!! nedeeeeeen!!" diye... ) Hala aklımda... Gidip yine mi baksam attığım yere? 3 gulfualla, 1 elham falan?... hı?? Affeder mi acep beni?? :(

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Mayo/Bikini Mevzusuna Öküzce Bakış


Kadınların "her şarttaa bikini de allah bikini!" ısrarını anlamıyorum.

Eyvallah; ince bir vücut söz konusuysa, ortalama bir bakış için gayet miss bir fotoğraf oluşuyor. Üstüne belirgin vücut hatları da eklendi mi hatta, ooo ooh tadından yenmez; buna itirazım yok.

Lakin.... Sandığınızın aksine, pek azınıza yakışıyor işte bu meled.. 18'inden 45'ine, fiziki şartları her ne olursa olsun tüm kadınlar pikinili oysa sahilde..

Söylendiğim falan yok... Canıma minnet aksine.. "Hemen hemen" her türlü ete, "et" gözüyle bakasım varsa "oyyşş" iç sesi çıkartabilir bu bünye..

Ön yargılı okumayın ama yazdıklarımı; mesele o değil. Sizin tarafınızdayım ben; iyiliğinizi istiyorum.

Pek çoğunuz, Öküz'ü ulu orta gülümsetebilecek ölçüde komik görünüyor pikiniyle. Yapmayın, yazık... İnsanlar size "ıvvşşş!!" diye bakmıyor, farklı/asimetrik/saçma sapan göründüğünüz için bakıyor..

2 Çocuk doğurmuş, göbek yağları kontrolden çıkmış bir hanım.... Sibel Can'ınki gibi tangavari bir bikiniyle sere serpe güneşleniyor karşımda mesela.. Yandaki bebelerinin ve kamyonu-küreği yarım ton plaj oyuncağının arasından minik kaçamak bakışlar fırlatıyor hatta bu yöne doğru..

Ah bir bilse Öküz'ü meraklandırmaktan çok, korkuttuğunu....

Psikopat mısın be güzel kardeşim? Amacın ne? Git başka yerde, başka şekilde egonu tatmin et yahu... Fıstık gibi yüzün var.. Hatların da gayet yerli yerinde.. Giysene miss gibi mayonu.. Kötü göründüğünden değil; inan farketmez pek çok erkek için.. Senin için diyorum ben; o şekilde çok daha "kaliteli" görüneceksin; güven sen Öküz'e..

Doğru, kaliteli bir mayoyla(15 sene öncesinin dandik mayolarından bahsetmiyorum) plajdaki tüm erkeklerin dikkatini pozitif yönde çekmezsen, gel vallahi sevişeceğim seninle yahu.. Şu halde yalnızca "et"sin(çirkin bir etsin hatta).. Giy bak doğru/kaliteli bir mayo; bakanın aklında kalacağından şüphen olmasın. Yazık günah.. Kaynakları maksimum verimle kullanman gerektiğini öğretmedi mi kimse sana?

İçinizi rahatlatmak için çok marjinal örnekler de getirmeyin aklınıza... Öyle "hakikaten ha! ne iğrenç kadınlar giyiyor" gibi birşeyden bahsetmiyorum.. Pikini kullanımının %80'i külliyen zarar, ziyan... Miami'deki gacılarda sexi duruyor diye, giyen herkes Pamela Anderson'ı andıracak değil ya...

Israrla fırfırlı bikini altını tercih eden dombili hanımlar favorim mesela.. Gülsem mi, üzülsem mi tereddüt ediyorum sıklıkla; o derece yani.

Yapmayın böyle; nedir bu iç savaş/güvensizlik.. Ya kusurlarınızı da sevin(dikkat ediniz: dombili olmakla ilgili bir şey değil burada sözünü ettiğim); ya da böyle saçma sapan/öz güven eksikliğini bence tavana vurdurtan işler yapmayın..

Şimdi kiminiz, "asıl o bikiniyi giymesi bir öz güven göstergesi değil midir?" diye soracaktır. Değil işte; öyle olsa dükkan sizin.. Altında çok ciddi kompleksler yatıyor o bikininin.. Aksi halde, farklı göründüğünün gayet bilincinde olan bir kadın(kendini ne kadar kandırsa da, içerilerde bir yer farkındadır eminim) ne diye kusurlarını yerli yersiz gözümüze gözümüze sokmaya çalışsınki?

Buzluktaki et misali ilgi çekiyorsunuz.. Löp et çünkü ortadaki malzeme.. Bu mu istediğiniz?

Hayır, onu bunu geçtim... Şu mayo zımbırtısını seven/beğenen bir ben mi varım yahu? Nice bikiniye kıyasla gaaayet albenili duruyor bence doğru/kaliteli mayolar.. Aha baksana fotoğrafa; hangi erkek "vay be!" demezki buna?

Not1: Tabi bunları yazıyor olmam, kılık kıyafet ve genel fiziksel durum mevzularında başarılı olduğum anlamına gelmiyor. Bakışım iyidir; biraz da meslek icabı güzelden anladığıma inanırım. Lakin, terzi kendi söküğünü dikemez derler ya; Öküz'ün ki de o misal.. Sümüklü köylü çocukları gibi dolaşırım sıklıkla.

Not2: Rss zımbırtısını hiç kullanmadım, kullanmayı da düşünmüyorum açıkçası. Lakin benden gayri herkes pek bir benimsemiş/sevmiş.. Adresi belirtmekte fayda var: http://feeds.feedburner.com/okuzunondegideni

13 Temmuz 2010 Salı

To Be A Man [1]

Formspring.me'de kimliği saklı biri, "kadın olmanın daha ağır birşey olduğunu düşünüyor musun?" diye sormuş.. Müsadesi olursa buradan paylaşmak istiyorum cevabımı.. Fazla kaptırmışım; başlı başına bir blog yazısı olmuş çünkü cevap..

Aynı fikirde değilim sevgili anonymous.

Modern bir erkeksen, şartlar daha keyifli olabilir bak. Lakin mevzu bahis kişi Öküz misali ilkel/geri kafalı bir şeyse, hiç de öyle düşündüğünüz gibi kebap bir durum değil "erkek olmak".

Not: Erkek olmak, hayvan olmakla karıştırılır sıklıkla; yanılmayın..


Kadın olmaktan anladığımız nedir?
Anne ve ev hanımı olabilite.. Genel duruş itibariyle hanımefendi olmak.. Ev işlerini çekip çevirmek.. Eşini el üstünde tutmak.. Alttan almak.. Uysal olmak.. Fiziken kendini salmamak.. Ot olmamak.. Yeri geldiğinde geride durmayı bilmek vs..

Bu temel fonksiyonları bir kenara koyun..

Erkek olmaktan anladığımız nedir peki?
Şartlar her ne olursa olsun para kazanma/evi geçindirme zorunluluğu(-ki başlı başına ÇOK büyük bir stres kaynağıdır. Evin tek çalışanı olan ve işleri kötü giden orta yaşlı bir babanın, başı ellerinin arasındaki o çaresiz/efkarlı fotoğrafıyla hiç karşılaşmadıysanız; yahut damarlarınızdan kör-saldırgan feminist kanı akıyorsa, empati yapmanız güç olacaktır; bunu anlayabilirim. Lakin, keyif için yahut kendiniz için kazanmaktan bahsetmiyorum burada. Anlayın yahut anlamayın, "erkeğin evi geçindirme mecburiyeti" sizin para kazanmanızdan çok daha farklı birşeydir).. Tehditlere karşı "canını ortya koyma/koruma/kendini 'en son kurtarılacak' pozisyonuna sokma" görevi(-ki çokça sulandırılan bir mevzudur).. Baba olmak!.. Ziki dik tutmak/bel altı mevzularda becerikli olmak(sexin hayatımızın ne kadarlık bir bölümünü kapladığından söz etmeye gerek olduğunu sanmıyorum. Elinizde olmayan bir nedenle "beceremediğinizi / yetmediğinizi" düşünün.. Ciddi anlamda intihar, overdoze depresyon sebebidir bir erkek için.. İsmi lazım değil bir hanım tanıdığımdan işitmiştim; "erkek iktidarını ve parasını aynı anda kaybetmeyecek; yoksa kadınların maskarası olur" diye.. Biraz empati yapın lütfen.. ).. Günlük yaşamın ağır/pis/riskli işleri vs... diğer zımbırtıları yazmaya gerek duymuyorum; elimize yapışmaz sonuçta..

Şimdi ağzı kalabalık kör-saldırgan feministler zik zik edecektir, "karılarınızı dövüyorsunuz; biz de çalışıyoruz; ev işleri kolay mı sanıyorsun" vs diye..

Tek tek cevaplayayım:
- Dayak/şiddet mevzusunu muhattap dahi almak istemiyorum izninizle. "ilkel olmak"tan kasıtım asla bu değil.
- "Biz de çalışıyoruz"un cevabını yukarıda verdim. Anlamadıysanız, koy verin gitsin; ümitsiz vakasınız demektir..
- "Ev işleri kolay mı": Kolay diyen oldu mu?
- "Kadın yaparsa ırıspı, erkek yaparsa goçum benim": Yanılıyorunuz. Ömrü hayatınızı hayvanların arasında geçirmiş olmanız; "erkekler hayvandır" gibi bir genelleme yapabilmeniz içn yeterli olmamalı..

Doğru erkeklerin dünyasında, "eşini aldatan erkekler" de gayet güzel dışlanıyor/yadırganıyor/ayıplanıyor.. Kaldı ki, kadın ve erkeğin o olaya bakışı çok çok farklı; bunu defalarca yazdım blogda. Kadının cinsel anlamda aldatmasını, ancak, erkeğin "aşık olmak istiyorum"uyla kıyaslayabilirsiniz. Evet; aldatan kadın bence de "ırıspının önde gidenidir"; tıpkı 2. çocuğundan sonra "aşık olmak istiyorum" diyip evi terkeden bir adamın "o. çocuğu" olması gibi.

Kadın olmak memleketimde zor; çünkü hayvan çok.. Kendi çevremden biliyorum; "bu lafları nasıl hazmediyor" dediğim tonla pozisyona şahit oldum. Ama işte anlatmaya çalıştığım şey şu: bunun "erkek olmakla" alakası yok. Adı başka bunun: hayvanlık.. Kadının da, erkeğin de hayvanı kötü birşey; o konuda tartışmanın anlamı ne? Elbette hemfikiriz..

"Erkeğin ev içerisindeki otorite pozisyonunun bir adım yukarıda olması, hayvanlık yapması için yeterli bir bahane midir/o yetkiyi verir mi pipi sahibi er kişiye?" diye sorarsanız: Evet ucu açık bir mevzu; sulandırılmaya/kötü niyetle kullanıma çokça müsait.. Lakin yineliyorum: erkek olmakla hayvan olmak, asla bir değildir.

Öküz'de erkek. Hem de sandığınızın ötesinde; bir hayli ilkel/geri kafalı bir erkek.. Lakin kız arkadaşlarıma bırakın kötü/rencide edecek birşey söylemeyi, sesimi dahi yükseltmedim şu yaşa kadar.. (ne olur 'sen öküz değil, meleksin' mik miki yapmayın.. muadilim pek çok erkeğe kıyasla çok daha safkan/ari öküzüm hem de.. hayvan değilim sadece.. kavram karmaşasından başka birşey değil bu)

Hayvanlık, şımarıklık, bencillik.... Bunları tartışalım; hiç sorun yok o mevzularda.. Mesaiden gelen karısına gece 10'da dolma sardırırken kendi maç izleyen adama, "erkek işte!" demek yerine, "bencil pe.evenk!" demek daha doğru olmaz mı? Bunu anlatmaya çalışıyorum işte 2 saattir.. (Kaldı ki benzer negatif sıfatlar söz konusu olduğunda; kimsenin kimseden farklı olmaz diye düşünüyorum.. Hangi birimiz günahsız meleğiz, söylesenize?)

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Tatil Öküzü [1]

Alışılagelen tatil anlayışını; bilhassa, gençlerin bu husustaki beklentilerini hiç ama hiç anlamıyorum...

Gürültüden, kalabalıktan, iş-güçten, stress kaynaklarından uzaklaşmak için değil midir tatil?

"Ne güzel, miss'miş.. Önünde disko; plaja, çarşıya yakınmış..
La ne anladım ben o işten? Öküz insandan, gürültüden kaçıyor; bunlar tatilde bile İstiklal Caddesi derdinde.. Sevmiyorlarmış sessizliği, otantizmi.. Akşam iki disko/bar gezip kurtlarını dökemedikten, gündüz sosyetik beachlerde bikini show yapamadıktan, şıkır şıkır giyinip kordonda/marina da 2 tur atamadıktan sonra, neylesinmiş böyle tatili.... Güccük kuzen söylüyor(kuzen değil aslında; bir akraba diyelim); büyükleri de onaylıyor..

Özür dilerim ama; sokayım tatil anlayışınıza!


Beş buçuk saat araba kullandım.. Geldik Marmara kıyılarında bulup bulabileceğin en keyifli köylerden birine... Aha inek.. Aha at, eşşek, tavuk, kedi... Çok eşelersen kaplumbağa, yılan, kirpi falan da görebilirsin.... Arkan yeşillik; ohh miss gibi orman... Önün çarşaf gibi deniz.. Daha ne istiyorsun lan? Disko da neymiş? At şezlongunu, sandalyeni terasa/bahçeye... Yahut uzan hamağa, salıncağa... Tak kulağına ipodunu... Sallana sallana dinle işte gönlünden ne geçiyorsa... Yanar döner ışıklar, kavruk zibidi gençler, popo sallama falan.... Üstüne sağlam para vermen lazım tatil psikolojisindeki Öküz'ü o tip ortamlara sokabilmek için(ver 20.000tl+ girerim bak; yalan yok).

Piyasa yapılacakmış... Volta atılacakmış.... Ulan yapmadın mı bunu ergen dönemlerinde? Sıkılmadın mı salak saçma etrafı kesmekten? Üzerime üzerime akan kalabalığa karşı yol bulmaya mı çalışayım?(İstanbul'da 365 gün yapıyoruz bunu[iç ses: yalaaaan]).. Eriyen dondurmam parmaklarıma akıyor; onu mu kontrol edeyim? Arada 3-5 kız keser; kendince mutlu olur/iyi hissedersin en fazla.... Bu mu yani? 13-18 olsa yaşlar; eyvallah... Kanı deli akanlar için malzeme çok; dolu şey var etrafta keşfedilmeyi bekleyen... De.... E size ne oluyor be kazık kadar adamlar/kadınlar? Oturun işte terasınızda.. yakın mangalınızı.. yapın balığınızı.. pokerinizi/okeyinizi oynayın.. hoş sohbet/muhabbetin dibine vurun.. cırcır böceklerini dinleyin gözlerinizi kapatıp.. kesmedi mi? çıkın dolaşın köyün içerisinde işte 1-2 tur.. Çarşı/merkez de ne oluyor yahu? Maksat dostlarla/sevdiceklerle birlikte olmak, sessizlik, temiz hava, deniz/güneş, doğa falan değil mi? Bu kadar mı açsınız harekete/aksiyona; anlamıyorum ki!

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Kime Ne?

Anlatamıyorum kimseye...
Sonisphere'in, JazzClub'ın yeri ayrı, TRT 3'teki dingin şarkı-türkü gecelerinin seyri ayrı (İç ses: TRT 2 miydi yoksa? kafayı kaldırıp ambleme bakmaz ki salak)..

Biliyorsunuz işte malzemeyi; saçma adamım ben. Ne diye olmayacak kalıplara sokmaya çalışırsınız ki?


Kaç kişinin play listinde Korn ve Yansımalar peş peşe durur mesela?.. Yahut Dream Theatre tişörtü/deri ceket/uzun saçlar ve "batsın bu dünya" eşliğinde rakı kadehini tokuşturmuş; 15dk önce eşliğinde kudurduğu AC/DC mp3'lerin ardından, Fahir Atakoğlu'nun 'Ninni'siyle uyuya kalan kaç kişi tanıyorsunuz?

Bu kadar mı değişken olur bir insanın ruh hali? Ne tip bir kafa, sabah 80'lerin deri pantolonlu/ibniii kılıklı heavy metalleriyle uyanıp, akşama İncesaz'ın ötesini kaldıramadığını iddia eder?

Böyle işte Öküz.. Alışılagelenle/tekdüze bakışla kıyaslayıp germeyin; yazık...

Hem... Seviyorum ben yahu! Kime ne? Alla alaaa.....

Ahanda bahsi geçen Fahir Atakoğlu - Ninni: http://fizy.com/#s/1ajglh
Bak, bu da fotoğraftaki grup.. Çocukluk kahramanlarımdan.. Europe - The Final Countdown: http://fizy.com/#s/1dl7iw

Not1: Europe'un bu albümü çıktığında çekiştire çekiştire anneyi kasetçiye getirmiştim(maykıl ceksın'nın kadın mı - ekek mi diye tartışıldığı yıllar).. Albüm kapağındaki garı kılıklı abileri gören annemse, "metalci mi olacan lan sen başa! Civciv eziyormuş hem onlar!" deyip, Samantha Fox kasedi almıştı onun yerine... İlk kasedimdi üstelik... Çok özenmiştim:(

Not2: Seneler sonra yeniden özenmiş olacağım ki; bir de Formspring.me yaptım kendime.. Cevap yazma hususunda söz vermeyeyim; lakin, adres şu: http://www.formspring.me/okuzovski..

Not3: Aklıma gelmişken.... Samantha Fox'un memeleri de ne fenaydı, öyle değil mi?

2 Temmuz 2010 Cuma

3 Katlı Tuvalet Kağıtları

Ultra yumuşak, üç katlı tuvalet kağıtları..... seviyorum sizi!!
Ne güzel şeymiş parçaları "tek tek" kopartabilmek; ve ne iyi etmişiz de tanışmışız :)

"Dola dola 2-3 parça kağıdı".... Offf.... Ne saçma işti o öyle!

Aklıma gelmişken: Şükür ki renkli tuvalet kağıdı dönemi bitti.. Ne uyuz olurdum o kağıtları kullananlara.. Resmen, insanları beyaz tuvalet kağıdı kullananlar ve diğerleri diye 2'ye ayırırdı bünye..


Foto: http://andy261.deviantart.com/art/Just-Reading-the-Newspaper-33781627

1 Temmuz 2010 Perşembe

Meraklı Öküz(sapık mı demeliydim?)

Tanıdığım ve birşeyler yaşadığım/ilgimi çeken tüm kadınların bir klasörü var bilgisayarımda. Ayşe Cıngıllı, Fatma Böcüklü falan.. Hemen hepsi işte..

Vakti zamanında bir kız arkadaşıma söylemiş; ağzımın payını almıştım.. Paylaşmıyorum o yüzden kimseyle.. Ürkütüyor belli ki kadınları.. Uzaktan şahit olunduğunda gayet geri adım atılası bir mevzu..

Bir şey yaptığımdan değil oysa. Eskilerde gelen, zararsız olduğunu düşündüğüm bir alışkanlık... Biraz fotoğraf arsızlığı, biraz merak, biraz da 'herşey kontrolüm altında/elimin altında olsun' psikolocisi gibi bir şey.


Güncellik yahut önem sırasına göre sıralanmış yarım ton(iç ses: atma lan!) klasör içerisinde, bizzat kendilerinin yolladığı yahut birlikte/izinleriyle elde ettiğim envai çeşit doküman.. Tıpkı kadınların erkek arkadaşlarının özel eşyalarını sakladığı kutular gibi('Aha bu bana verdiği ilk gül' diye xx senelik kuru otlar saklanır ya; o misal)....

Uçan harddisk'lerin/bozulan cdlerin damakta bıraktığı tatsız aromadan olacak; eskisi gibi tertipli ve eksiksiz ilgilenemiyorum son zamanlarda. Lakin senede bir de göz atsam, dağınık da tutsam; uslanmaz fotoğraf arsızlığım/merakım aynen devam ediyor..

Not1: Şükür ki her 3-5 senede bir uçuyor harddisklerim de, çok eski/gereksiz kişileri tekrar tektrar hatırlamak durumunda kalmıyorum.

Not2: Elin "save as/farklı kaydet"e gitmesi, 20-25 yaş dönemimdeki porno merakımdan; o konuda şüphe yok.. "Off memeye bak", "off fikre bak" falan derken bir bakmışsın; cdler dolusu fotoğraf, tonla video birikmiş arşivde.. 2.Kez açıp baktığım pek az porno fotoğraf/video olmasına karşın, senelerce biriktirip durmuşum işte; çıkartma biriktirir gibi..

Not3: Tanıdık hanımlarla olan birlikte çekilmiş bel altı malzemeden bahsetmiyorum; yanlış anlaşılmasın. O malzemenin bahsi geçen klassörlerde işi yok. Çok üst level güvenlik önlemleriyle saklı onlar:P

Not4: Off bak ne geldi aklıma. Ermeni asıllı, platonik bağlı bir gacıyla 15 sene önce mcdonaolds'ta yediğim yemeğin fişi durur hala çekmecemde(suratını unutmama rağmen).. Diyorum işte; "var Öküz'ün içinde bir garı kılıklı".. İç ses: Oyy oyyy dahası da var bu biriktirme mevzusunun; düşündükçe çıkıyor! Değiştirmeli hemen konuyu; fena dağılacak yoksa karizma!