29 Ağustos 2009 Cumartesi

Normalleşme sürecim

Kendi dengimi hiç bulamayacağım sanırım..
40'larının ortasında, evli, semi-dombili, fasulye sırığı vb benimle alakası olmayan kadınlarla dolu çevrem.(miktar anlamında değil; yoğunluğu fazla)

Hayır.. arayıp da onları buluyor olsam, neyse.. onlar beni buluyor sıklıkla(neredeyse her zaman).

Jigolo portresi de oluşmasın zihinlerde.. Zira odak noktası sex değil bu ikili ilişilerde. iç ses1: yahut öyle de, ben farkında değilim

Offff.. bu iç sesler çok iş açıyor başıma..bak şimdi bir jeton düşer gibi oldu.. gayet olası bir durum sanırım bu:(

iç ses2: iyi de neden ben?

Peki.... Düşünelim...

Çok mu ucuz duruyorum dışarıdan?
Hiç sanmıyorum.. gerek salaklık, gerek körlük / sosyal pozisyon / çekingenlik / alınganlık / beceriksizlik gibi kırk bir farklı gerçek sebebiyle odukça zor biri olduğumu düşünmüşümdür hep.

Çok mu maharetliyim bel altı mevzularda?
Yok yahu.. Gayet memleketim standartlarında beceriye sahip bir adamım; marjinal bir artımın olduğunu düşünmüyorum.

Çok mu hoş sohbetim?
Ahaha:) Yani.. aslında çok yakınıma gelinebildiyse, evet.. Ama o olasılık 001 olduğu için, "pis suratsız, kasıntı" vb'leri denir sıklıkla arkamdan.

Çok mu zengin sanılıyorum? Potansiyel iyi aile babası portrem falan mı var?

Bilemiyorum... Var bu işte bir iş... (aslında muhtemelen biliyorum sebebini; ama...ne bileyim; yıpranmış gönüllerin-yıpratan bünyelerin varlığı üzüyor beni.. dile getirmeyeyim..)

Hayır birşey değil; yaşıtlarımı yahut gençleri unuttum yahu.

Geçenlerde CKM 'de sinema olayı vardı... (pek severim gece seanslarında yalnız film seyretmeyi) Hani, sonradan gelenlerin koltuklarına ulaşablmek için, d.tleri size dönük, dizleri yara yara geçişleri vardır ya.. hemen ön sıramda, o hadiseyi yaşayan 20'li yaşlarda bir genç kız grubunun açık göbek profilleri dikkatimi çekti..

O nasıl bir tendir yahu? Sıfır hata... pürüz... afedersiniz, cillop gibin! :)

Alışmış göz, 35-45 tenlere... 20'yi görünce afalladı resmen.
Gerçi hemen akabinde, o yaşlardakilerin ergenlik arızaları/beklentileri aklıma geldiğinden, iştahım kaçıveriyor sıklıkla.

Ama.. Ne bileyim... dengim, akranım birileriyle de birşeyler paylaşmayı özlemişim sanırım. (hayır! aklım fikrim orada değil; "bilemne yapmayı" demedim.. iyi okuyun yazdıklarmı.. "bir şeyler paylaşmak" diyorum.. dvd, yemek, yatak:P, hobiler vs.... birlite yapılabilecek 300.000 şey var)

Gerçi rahatsız da değilim aslında. Mevcut çevredekiler de gayet keyifli ve çok değerli/sevdiğim insanlar; sıklıkla iyi vakit geçiriyorum onlarla.
Üstelik, bahsi geçen hanımların sahip oldukları/sunabildikleri 40.000 çeşit pozitif değer de bir o kadar lezzetli(iyi sohbet, iyi paylaşım, iyi yemek, iyi sex vs)

Ama.... ama işte... bazen, "niye benim 'fiziki ve sosyal şartlar icabı da bana benzeyen arkadaşım' çok az" da diyiveriyor işte iç ses...

Her geçen gün, "başlamak için sabırsızlanan normalleşme sürecimi" bir sonraki yarına erteliyorum.. Umarım en kısa zamanada bu süreci başlatıp, dengim insanlarla da aramı iyi tutabilirim.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Memleket meseleleri: 'Öküz Kim?' Mevzusu - Ramazan

Uzun zamandır halkın arasına karışmıyordum(uzaylı prensim ya; o açıdan)..

Az önce, iş icabı Kadıköy çarşıya gitmek durumunda kaldım.. Üstüme üstüme geliyordu kavruk tenli memleketim insanları(tatile gidemedim; çekemiyorum sanırım)..

O ne kalabalık; o ne sıcak.....
Hava da aydınlık... bayaa bayaa güneş var yani tepede... çooook uzun zamandır bu saatlerde dışarı çıkmamış bir öküz olarak, bir parça vampir gibi hissettim açıkçası kendimi..(öküzün sosyal hayatı, %95 gibi bir oranla 20:00-01:00 saatleri arasında cereyan eder)

Herneyse.. konu bu değil..

Ramazan geldi malum.. Ama yok; ramazan mamazan dilemiyor memleketim AYIları..

Geçenlerde Sndrfknella 'nın bloğunda okumuştum "sokakta yemek yeme" mevzusunu.. "Vay be" demiştim; "varmış benim gibi, başkaları imrebilir diye sokakta yemek yemeye çekinen insanlar"...

Arkadaşlarım genelde dalga geçer bu huyumla.. benzeri tonla kıllığım olduğu için, "offff ne arıza adamsın, yine mi kıllık yapıyorsun.. ye işte karizman bozulmaz" falan derler küçücük beyinleriyle..

Muhattap alıp, "karizmadan değil, adam olduğumdan" cevabını verdiğimi hiç hatırlamıyorum...

Biliriz sokağa taşan ztarbucks insanlarını. Yemek bahane, gelip geçene bakalım/sohbet edelim.. doğru modda olunduğunda gayet keyifli bir aktivite; kabul:)

Kadıköy çarşıda da, köfteciden simitçiye, kahveciden dondurmacıya hemen her dükkan, masalarını sokağı sağlı-sollu dolduracak biçimde dışarıya kurarak, bu formatı yakalamaya çalışıyor anlaşılan.

Sokaklar tıklım tıklım, şapır şupur dönerlerini-köftelerini yiyen; saatlerce oturdukları yemek masalarında, genç deyimle piyasa yapan insanlarla dolu..

Yoktu eskiden böyle şeyler. Ramazan ayında sokaklarda böylesine göstere göstere yiyen insanları görmezdik(diğer aylarda dahi görmezdik). Hiç unutmam; Ermeni bir platonik aşkım vardı öss/öys zamanlarında. ayıp olur diye, millet oruçluyken sokakta sakız çiğnemezdi kız yahu.(g.t korkusundan demeyin; o yaşta kız çocuğuna kim ne yapacak 'sakız çiğniyorsun' diye)

Nasıl ebeveynler var anlamıyorum. Böylesi bir toplumdan yetiştiği halde hiç mi öğretmezler çocuklarına "olmayanları,imrenebilecek insanları" düşünmeyi.

Dedem anlatır eski İzmir'in, İstanbul'un insanlarını... bu kadar mı değişir bir millet 60-70 senede?

Bu başka şeye benzemez ki; pek çok şeye "ama o lüks; b.k ye" tarafından bakıp es geçebilir bünyeler.. ama bu yemek yahu.. çok başka bir mevzu...

Hadi yemek yiyeceksin..
sıcak kabul ediyorum.. ama 3dk sabret ve içeride ye yemeğini.
yahut 'dışarıda ye ulan!', o da kabul; ama bari yarım porsiyon döneri 1,5 saatte milletin gözünün içine baka baka yeme be gerizekalı!

"Niye bu kadar tahammülsüzsün?" diyecek oldu iç seslerimden biri.. diğer iç ses hemen cevap verdi: bunun tahammülsüzlükle, dinle falan ilgisi yok ki.. ortalama bir zamanda yediğin/içtiğin şeyin imrenilme olasılığı %30 ise, ramazanda bu oran %70-80'dir.

Turist mevzusunda durum elbette daha esnek; zira pek çoğunun öğretilegeldikleri kültürlerde, bizdeki gibi, "olmayanı düşünmek" yok. Gelmiş adam gezmeye; yemeyeceksin yahut saklanarak yiyeceksin demek, ayı oğlu ayılığın ta kendisi afedersiniz.

Burada suçladığım "olmayanı düşünmeyenler" değil, genleriyle, büyüdükleri toplumla "olmayanı düşünmek" üzere yetişen hatta o yönde programlanmış insanların bunu umursamaması.

not: olmayan = o anda imkanı olmadığı halde imrenen kişi.

Erzurum'da yaptım ben askerliğimi. Ramazan'da çarşıya çıktığımızda yemek yiyecek yer bulamazdık. Lüks lokantasından pastanesine her yer kapalı olurdu gün içerisinde. Hatta olur da sokakta ulu orta yemek yerseniz, dayak yemeniz içten dahi değildi. O derece tutucu bir şehir.

Böyle olalım da demiyorum. (bu kadarı da ayrı manyaklık)
Ama bu işin bir ortası da yak mu yahu? hadi yeni gençler bilmiyor; siz hiç mi hatırlamıyorsunuz çocukluğunuzdaki ortamı yetişkin müsvetteleri!?

Günah kısmını geçtim, ayıptır yahu!




not1: Asla tutucu/yahut lafmı g.tten anlayacaklara göre 'dinci' biri olduğumu düşünmüyorum; ömrü hayatımda hiç o segmentteki partilere oy vermedim. (ayrıca bu konuyu açıklamaya gerek duymak çok looser bir hareket gibi geliyor) Ki zaten blogumda yazanları dikkatli okursanız, genel bakışım az buçuk canlanır zihninizde.

Yazımı o yönde yorumlayacaklara, dinci olmak, adam olmak gibi kavramları biraz daha düşünmelerini acizane tavsiye ediyorum.

not2: Aslında bu anlattığım durumun, yalnızca aşırı kozmopolit büyük şehirler için geçerli olduğunun farkındayım; lafım da zaten o insanlara.(gerçi, memlekette o işin pek ortası da yok . ya su içerni dövüyoruz, ya da şapır şupur yağlarını akıta akıta yiyoruz)

9 Ağustos 2009 Pazar

AŞKA EVET, İLİŞKİYE HAYIR


Gazetede Avrupa Yakası'nın keyifli simalarından Engin Günaydın'la yapılan bir söyleşi vardı bugün. Arada geçen bir cümle pek düşündürdü beni..

Aşka evet, ilişkiye hayır..

Çerez tabağını çeşitlendirmek adına gayet yerinde ve inandırıcı br bahane.. Evet; kullanılabilir!! :)

Höytt... Yahu durun iki dakika; küfür etmeyin hemen.. sonuna kadar okuyun bir yazdıklarmı..

Her ne kadar "ille de mantık" bir adam olsam da; aşk güzel şey.. ok.. olalım..
Aşık olduğun kişiyle ilişki ise, tadından yenmez.. ballı börek.... bu da ok..

E, o halde nedir bu "aşka evet-ilişkiye hayır" diyen öğğgg kaka insanların derdi..

Anlatayım...

Dedim ya.. aşk güzel şey.. kolay kolay kaçmaz kimse..
Ama karakter sahibi ve ayakları yere basan bir erkeğin gönlünü koyvermesi için tek başına yeterli bir şey değil malesef(malesef diyorum; çünkü bütün arızalar buradan çıkıyor; yoksa rahatsız olduğumdan değil).

Kimisi buna aşktan kaçmak der.. kimisi özgürlüğümü kısıtlama der... kimisi öküz der..

Aşk karakterle ilgili bir şey değil ki.. Ota b.ka konma potansiyelinde bir mevzu. Hatta pek çok durumda aşık olmak, "budur" demekten çok daha kolay/sık rastlanan bir zamazingo.

Bir erkeği avuçlarının içine almak için, onu aşık etmeniz değil, "budur" dedirtmeniz lazım diye düşünüyorum.(yahut çok büyük memeleriniz olacak:P)

Nasıl yaparsanız yapın.. yaptığınız yemeklerle tavlayın, düşündüğünüz inceliklerle, ona verebileceklerinizle.. karışmam ben orasına. Ama şundan hiç ama hiç tereddüt etmeyin: Hiç bir erkek, "budur" dediği kadından kaçmaz. (erkekler ağızlarından çıkan şeylere sizler kadar anlam yüklemez; önemsemeyin duyduklarınızı)

Peki bir erkek nasıl "aşka evet-ilişkiye hayır" diyebilir?

2 ihtimali var.. ya çerez tabağını çeşitlendirmek isteyen popüler, yakışıklı, paralı yahut skorunu arrttırmak isteyen "zeki" biri.

( e adamda şan-şöhret, para gani.. mevcut skorunun rakamından yahut kelitesinden de memnun değilse; elbette "yahu dur, acelen ne? kaçmıyor ki hayat.. önce biraz daldan dala konup, gözümü doyurayım" diyecek.. )

yahut, doğasındaki sevme-sevilme-sarılma-dokunma ihtiyaçlarını karşılamak isteyen, meraklı, aslında birlikteyken gerçekten iyi vakit geçiren, ama tüm bu pozitif yanlara rağmen "budur diyememiş" saf biri. Yani aslında sarmalaşıp dvd seyretmeyi, dokunmayı, sevgiliyle vakit geçirmeyi çok istiyor; ama ötesi... ????
Zihnindeki "eş" çok farklı kurgulanmış, ve ille de ondan olsun diyen biri. huzursuz, %90+ ruh tatminini yakalayamamış, en derinlerinde düşünceli ve hatta göreceli mutsuz biri.

Aşık olmak, sevmek-sevilmek güzel şeyler.. yaşanan her güzel gün, her güzel saniye ise en kıymetli kazanımlarımızdan.

Ama ilişki, sahiplenmek, sahiplenilmek, aşk, beklentiler.... "budur" denememiş biri için çok ağır olabiliyor bazen.

2 mevzu var..
1.si, sözler verilmediği-sorumluluklar yüklenmediği varsayımıyla kimsenin kimseye "neden beni istemiyorsun" deme hakkı olmadığına inanıyorum. Bu öyle, "e bak, her bir şeyi tam. iyi vakit geçiriyorsunuz, defalarca yattınız da.. hadi sev!" demekle olan bir şey değil malesef. İşin daha b.tan yanı, pek çok insan gelinmesi en muhtemel noktayı daha en başından da bilir aslında.

Sorumulukların/verilen sözlerin ağırlığı kısmi kabul edilebilir bir durumda iken asla yapmayın bunu sevdiklerinize. Siz aşıksınız veya aşkınız devam ediyor diye, karşınızdakinden de aynısını beklemek çok bencilce. (umarım bu mevzuda tükürdüğümü yalamam)

2. mevzu ise, ayrıca düşündürücü bir hede.. "aşkla baş edecek gücün yoksa, aşık etme" durumu....

Hayatın kullanma kılavuzu hiç birimizde olmadığı gibi; yaşadıklarımızı/doğrularımızı mutlak doğru sanmak kadar salakça bir şey de yok.

Ve evet; "budur" diyememiş kimselerin (sebebinin ne olduğunun hiç bir önemi yok), "aşka evet, ilişkiye hayır" demesini gayet iyi anlayabiliyor; ve şahsen ben de "budur" a yaklaşamadığım biri tarafından sahiplenilmek is-te-mi-yo-rum..

Not: tüm bu anlattıklarım, 2 tarafında "adam" olduğu, iyi niyetli olduğu varsayımıyla geçerli. evil part için elbette bambaşka bir durum söz konusu.